Habil Tangören – Edison’un 1877’de “fonograf”ı, Emile Berliner’in de 10 yıl sonra 1887’de gramofonu icat etmesiyle birlikte ortaya çıkan taş plaklar, dünya müzik tarihinde önemli bir yer tutmuştur. Osmanlı döneminde 1900’lü yıllarda azınlık aileler ile zengin müslümanlar çevresinde bilinen taş plak modası zaman içinde iyice yayıldı.
Dönemin pek çok sanatçısı ilk kayıtlarını taş plaklara yaparken, günümüze doğru geldiğimizde artık taş plak ve gramofonlar tarihi değer taşıyan kültür miraslarından biri oldu. Bu kültür miraslarını toplayan koleksiyoncular, geçmişten geleceğe köprü görevini üstlenmiş durumda. Taş plakları sanatseverlere sergilerde dinleten koleksiyoncular, o dönemin kültürünü yeni nesillere de aktarıyor.
‘100 yıllık plaklarım var’
İstanbul’da yaşayan İbrahim Çavşak’ın taş plak koleksiyonunda 90 yıllık, 100 yıllık hatta daha eski plaklar bulunuyor. Yaklaşık 4 bin taş plağın arasında kimler yok ki. Sivaslı Aşık Veysel, Diyarbakırlı Celal Güzelses, Zaralı Halil Söyler, Ürgüplü Refik Başaran, Malatyalı Fahri, Hasan Mutlu, Aşık Daimi, Frank Sinatra, Paul Anka, Nat King Cole ve Louis Armstrong gibi dönemin ünlü sanatçılarının plaklarını toparlayan Çavşak, bu plakları hayatının bir parçası haline getirmiş, taş plaklar onun yaşam şekli olmuş. Taş plakları Türkiye’nin dört bir yanında antikacıları, plakçıları gezerek topladığını belirten Çavşak, “Hafız Osman’ın bir taş plağını almak için üşenmedim İstanbul’dan Kars’a gittim. Hiç alakası olmadığı halde, bir züccaciye dükkanından üstat Münir Nurettin’in 3 taş plağını aldığım olmuştur. Hatta bir seyyar satıcıdan 8 tane Tamburi Cemil plağı almıştım” dedi.
26 yaşında olmasına rağmen taş plak koleksiyonerleri arasında önemli bir yeri olan İbrahim Çavşak, nadir bulunan ve koleksiyoncular için önemli olan taş plaklarla ilgili şunları anlattı:
“En nadide ve bizler için değerli olan plaklar Diyarbakırlı Celal Güzelses, Münir Nurettin, Tamburi Cemil’in plaklarıdır. Ayrıca Osmanlı dönemi sanatçılarının, bilinmemiş, duyulmamış sanatçıların Nasip hanım gibi, Nerkis hanım gibi seslerin taş plakları da çok değerlidir. Bir koleksiyonun bütünlüğünü sağlayan şey, plağın ender olması, prestijli olması gibi unsurlardır. Nazım Hikmet’in ‘Ben Bir Ceviz Ağacıyım’ ve ‘Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar’ şiirlerini okuduğu nadide taş plaklarım var. Ayrıca Ümit Yaşar Oğuzcan’ın da şiir plaklarına sahibim.
En az bulunan taş plaklar arasında Osmanlı dönemi kadın sanatçıların plaklarını gösterebilirim. Deniz Kızı Eftalya, Lale ve Nerkis hanım, Fikriye hanım gibi… O zamanlar kadın sanatçıların çoğu gayrimüslimdi. Türkiye’de ilk taş plak dolduran sanatçılardan biri de Nasib hanımdır. Nasib hanımın kardeşi bestekâr Mehmet Yürü de musiki sanatının içindeydi ve ablasından dolayı musiki çevrelerinde ‘Nasib’in Mehmet’ diye anılırdı.”
‘Milyon verseler satmam’
Çavşak, koleksiyonunda birden fazla bulunan plaklardan da -diğer koleksiyoncuların yararlanması amacıyla- sattığını söylüyor ve ekliyor: “Verdiğim plağın mutlaka çift olması lazım. Yoksa satmam.”
Çavşak, taş plak fiyatlarıyla ilgili soruma da şöyle cevap verdi: “Tamamen plağa bağlı. 100 liraya da plak var, 5 bin-10 bin dolara da plak var. Bugün bir Nazım (Hikmet) 150 bin lira. O da bulabilirsen. Mesela bende Münir Nurettin (Selçuk) plakları set halindedir. Önüme milyonları dökseler asla vermem.”
Taş plağın yolculuğu
İlk taş plaklar 1880’lerde ortaya çıkmaya başladı. Taş plağın, ilk seri üretimi Almanya’da başladı. Bu dönemlerde ebonit denilen kırılgan malzeme kullanılmaktaydı. 1890’ların sonlarına kadar bu malzemeden yapılmış plaklar kullanıldı. Daha sonra yeni bir plastik maddenin kullanılmasıyla taş plaktaki kırılganlık önlendi. Türkiye’ye 1897-98’den itibaren gelmeye başlayan taş plak birkaç yıl sonra ülkemizde de üretilmeye başladı ve üretim 1940’lı yıllara kadar devam etti.
‘Yeni nesiller de bu kültürü tanımalı’
İstanbul’da yaşayan taş plak koleksiyoneri Erçin Çetinkaya, lise ve üniversitede turizm üzerine eğitim almış. Denizcilik sektöründe acente sahibi olan Çetinkaya’nın plaklara ilgisi 90’lı yıllarda lise öğrencisi iken 45’lik plak toplayarak başlamış.
Çetinkaya, plak serüvenini şöyle anlattı: “O yıllarda 45’lik aldığım plakçıların bazıları çıkarken, “Şu kenardaki taş plaklardan da al birkaç tane, kırılıyorlar orada” diyerek plağın yanına hediye olarak verdiler. O dönem henüz gramofon sahibi değildim, Dual hs serisi üç devir çalan bir pikapta bana ilk hediye edilen taş plağım olan Hafız Şaşı Osman’ı dinleyerek taş plağın hem keyfini hem de kültürel değerini anlayarak, bazılarının ‘toplayıcı’ bazılarının ‘koleksiyoner’ dediği serüvene başlamış oldum.”
‘Gramofonum oldu’
“Konuyu çok fazla bilmeden başlayan taş plak mesaimde plak aldıkça öğreniyor, öğrendikçe daha da merak ediyordum. Daha sonraları tanıştığım taş plaklara gönül veren dostlar sayesinde daha farklı bilgilere ve başka plaklara ulaştım. Hem Osmanlı dönemi hem de Cumhuriyet dönemine dair ne kadar önemli kayıt varsa elimden geldiğince bulmaya ve arşivlemeye gayret ettim.
Bu arada bir de seyahat gramofonu edinerek taş plaklarımı gramofondan dinleme imkanı buldum. Osmanlı döneminin ilk taş plakları Padişah Abdülhamit döneminde Almanya’nın Hannover kentinde basılarak ülkemize yollanan tek yüzlü plaklardı. Bu plaklara okuyan Nafi efendi, Hafız Sami, Tamburi Cemil bey, meddahlar (Şair Ömer efendi) Hacivat-Karagöz plakları ve benzeri kayıtlara ulaştıkça ilgim daha da arttı ve bu kez hem Osmanlı hem Cumhuriyet dönemine ait taş plakları toplamaya devam ettim. Hem bu güzel eserlerin unutulmaması hem de tarihimizde çok önemli bir yeri olan müzik insanlarının yeni nesiller tarafından tanınması, aslında biz koleksiyoncular için keyifli bir misyon. Bazılarımız bilerek, bazılarımız ise bundan bihaber bu hobiyi devam ettiriyoruz.”
“Nasıl ki bugün sokakta sorsak birçok kişi Nafi efendiyi, Hafız Şaşı Osman’ı, Nasib hanımı, Bahriyeli Şahap Bey’i tanımıyorsa, Ürgüplü Refik, Necmiye hanım, Celal Güzelses, Tamburi Cemil bey, Refik Fersan, Ayıntaplı Hasan Hüseyin, Malatyalı Fahri ve benzeri bir çok müzik emekçisi ismen dahi zar zor hatırlanıyorsa da, gerek yaptığımız kayıt paylaşımları, gerek internet ortamında yazdığımız yazılar ve gramofondan videoya çekip paylaştığımız eser icraları ile elimizden geldiğince bu kültürü, bize ait olan bu mirası saklamaya ve anlatmaya gayret ediyoruz.
Son yıllarda bu eserlere ve eski hanendelere ilgi oldukça arttı. Bu gerçekten bizleri mutlu eden güzel bir gelişme. Bit pazarlarından, plakçılardan, antikacılardan temin ederken gerçekten hem harcadığımız zaman, hem de ayırdığımız bütçeye bu gelişmelerin etkisi oldukça önemli. Hobiye yeni başlayanların olması, arşivimizde olmayan yeni plakları öğrenmemizi, tekrar araştırmasını yapmamızı sağlıyor.
Şu an için bu hobiye, daha da önemlisi kültürel araştırmaya dair tek eksiğimiz devlet desteği, burada destekten kastımız maddi bir yardım beklentisinden ziyade, paylaştığımız kayıtların arşivlenmesi, dijital ortama aktarılıp Türk halkının ulaşabileceği bir platform oluşturulmasıdır. Umarım kültür bakanlığımız bu konuda gereken hassasiyeti gösterir ve unutulmaya yüz tutmuş sanatçı ve eserlerimizi hatırlarlatmış oluruz.”
Bu da benim ‘mini’ taş plak koleksiyonum
Ben de bir taş plak ve gramofon tutkunu olarak, 1927 basımı Tatyos efendiden Müzeyyen Senar’a, Münir Nurettin’den Hafız Burhan’a, Tamburi Cemil’den Bayan Safiye’ye, Hafız Ahmet’e kadar 125 taş plak koleksiyonuna sahibim. Geçtiğimiz günlerde bir sahafta çok sevdiğim Lale Andersen’in Lili Marlen’ini bulunca dünyalar benim oldu. H.T.